25 Ağustos 2009 Salı

Civility

Metropollerdeki yaşam kalitesini incelerken uzmanların kullandığı bir terim "civility" ("medeni davranış" yada "terbiyeli, kibar davranış" diye tercüme edilebilir). Önemi şuradan kaynaklanıyor; şehir yaşamının birçok parçası kanunlar veya yönetmeliklerle kontrol edilemeyecek kadar karmaşık. Bu durumda bireylerin diğer kent sakinlerini rahatsız edip etmemesi büyük oranda kendi kontrollerine kalıyor. Maalesef kentlerimizdeki en büyük sorunlardan biri bu değil mi? Kentte yaşama kültürünün olmaması. Ulus olarak kurallara uymamaya ve her durumda baskın çıkmaya yatkınlığımızı da hesaba katarsak, yüzümüzü buruşturmadan, kızmadan bir günümüz geçmiyor.
Peki kentlerdeki medeni davranış nasıl oluşturulabilir/arttırılabilir? Tabi en başta eğitimle, sosyo-ekonomik şartların iyileştirilmesiyle, vs... bildiğimiz ama bir türlü uygulayamadığımız gerçekler. Bunun ötesi mimar ve şehir plancılarına düşüyor. Araştırmalar, insanların toplum tarafından izlenilebilen yerlerde daha medeni davrandığını gösteriyor. Bir oto-kontrol mekanizması oluşturuyor bu tür mekanlar. Haberlerde duyduğumuz "İstanbul'un Göbeğinde Taciz" haberleri aslında yanlış tasarlanmış, kör noktalar. Şehirler için tam anlamıyla tümör noktaları. Kamusal alanlar, şehirlilerin birbirini kontrol edebileceği mekanlar olarak düşünülmeli, bu şekilde planlanmalı ve inşa edilmeli.
Bugünkü konu için esim kaynağım Urban Age Örgütü oldu. 4-6 Kasımda İstanbul da şehirleşme hakkında bir konferans organize ediyorlar. İlgilenenler için web siteleri:
Mutlu günler,

13 Ağustos 2009 Perşembe

Başlarken...

Ömrümüzün neredeyse tamamı kentlerde geçiyor. Hatta bunun da çok büyük bir kısmı çalıştığımız ve yaşadığımız mekanlarda. Evden işe. İşten eve. Arada bol bol trafik. Bilmem hiç düşündünüz mü hayatınızın ne kadarı evinizde geçiyor? Herhalde asgari %50 demek abartı olmaz. Aklımda bir istatistik kalmış, Amerikalılar hayatlarının %90'ını kapalı alanlarda geçiyormuş, sanırım bizim için de çok farklı değildir bu rakam.
Gelelim asıl konuya; Peki hayatımızın büyük bir kısmının geçtiği bu alanların şekillendirilmesinde ne kadar söz sahibiyiz? Kimler şekillendiriyor bu kentleri? Nasıl? Neye göre?
Biraz soru sormaya başlayınca insan kendini alamıyor; Peki niçin kentlerimiz bu şekilde? Daha başka şekilde olamaz mıydı? Tüm kentliler için bu kadar önemli olan bu konuda peki neden kamu tamamiyle dışlanmış durumda? Seçme özgürlüğü, hangi daire tipini, kaç odalı olacağını, hangi sitede olacağını seçmekle sağlanıyor mu sizce? Bir bakın çevrenize, hepimiz temelde aynı tip ve aynı özelliklerde seri üretilen mekanlarda yaşamıyor muyuz? Duvarın renginin farklı olması, iki odalı veya üç odalı olması bir binayı özel kılar mı? Etrafınızda kozmetik özellikleri ötesinde farklı veya özel bir bina var mı?
Uzun süredir (neredeyse mimarlık eğitimine başladığım zamandan beri) aklımda olan bu soruları sizinle paylaşmak istiyorum. Aslında bu sorular yüzyıllardır mimar, şehir plancılar ve diğer uzmanlar tarafından sorulan sorular. Ne bu konuda uzman olduğumu, nede bu soruların yanıtlarını bildiğimi iddia edebilirim. Peki kim biliyor yanıtları? Aslında bu soruların net ve kesin yanıtları yok. Asıl sorun da galiba buradan çıkıyor...